6 Temmuz 2013 Cumartesi

Yakında

İzlediğiniz blog yakın zamanda kapatılmak üzere derlenmektedir. Bu kafayı upkj.blogspot.com adresinden izlemeye devam edebilirsiniz.

19 Ekim 2012 Cuma

beni mi severmiş ki



30 Mayıs 2012 gününde ben facebook'ta paylaşmıştım bu şarkıyı. O zamanlar salaklıklar ettiğim ama sevdiğim bir sevgilim beni terketmişti. Üzücüydü. Ama biliyordum ağlayıp bana yalanlar söylerken en çok beni severdi o. Giderken gitme deseydi belki iki yüzlülük olacak, samimi olmayacak gibi, ama, gitme deme, dediğim kadın bana, neden, diye sormadı. Neden demeyeyim? Deseydi gidemezdim çünkü asla. E harflerine takıldığım 5 ayın sonunda ispatlamaya çalıştım sanırım. Gidebileceğimi. Ama gidemeyecektim. Gidebilmemin tek sebebi Mayıs ayının son günlerinde, 20'si gibi falan, onun da gelecek olmasıydı. Pasaport çıkarttıracaktı. Vizeye zaten gerek yoktu. Gittiğim gün artık gelmeyecekti. Kırmıştım. Çok hemi de. Hiç kırılmaz gibi geliyordu. Ben de kırılmazmışım gibi geliyordu. Ama 30 Mayıs'ta o geldi Pırağ'a. Belki yanıma değil ama benim döneceğim güne sözleşmeye konuştuk. Bu bir umudun şarkısı. İleri gideyim benim umudumun şarkısı oldu hep. Orada kalmışlığımın, ileri yahut geri gidemeyişimin.
Ne nerde başladı nerde bitti açıklayamıyorum, açıklamama gerek de yok. Önemli olan yaşanan o kadar şeyde sonra nerde durduğum. Ne istediğim. Neye tahammül edebileceğim. Kimi arayacağım. Beni kimin aradığı. Kime sarılmak istediğim. Kime nazlanmak istediğim. Kimin nazını çekmek istediğim. Kime dönüp dönüp mesaj attığım. Görüşme talebinde sorgusuz sualsiz kime atladığım. Kim sürüncemede bırakıyorsa. Kim diyorsa orospu çocuğuyum. Kim diyebiliyorsa asla diyemem diye. Ama.
Tam o arada kalmışlık hissi de çıldırtıcı, tam kesin bir yerde durmak da çıldırtıcı. Ne yapacağını bilemediğin anlarda arıyorsun. Mesaj atıyorsun. Hiç yollamayacağın mektuplar yazıyorsun. Bende ayrıca mektupların kaybolması durumu falan da var. Her anımı, her düşüncemi, üzüntümü, şokumu, hoşlantımı not düştüğüm; gördüğüm biricik manzaraları, keyifli görüntüleri; kendi ellerimle Çek ilinin Pırağ kalesindeki bir posta kutusuna koydum. Kimbilir kimlerin eline geçti. Onu bilmiyorum ama bildiğim şu ki bir gün bir çöpün yanından geçerken birileri ordaki herşeyi karıştırırken zarfı ya da mektubu bulup saklasın. Asla ikinci kez tarif edemeyeceğim şeyleri, kendimin bile bilmediği şeyleri o okusun. Her kimse. Ve gönderen hakkında ve alıcı hakkında güzel şeyler düşünüp mutlu olsun. O iletilmemiş mektuplar göndereni üzdü, alıcıyı üzdü. Okuyanda bir kekre tat bıraksın. Özlemi görsün orda yazılı olmayan özlemi.
Biliyorum asla mektup yazıcısı olmadım. Şair yönetmen ressam olmadım. Alet çalmayı bilmediğim gibi müzik zevkim berbattır gibi hiç de anlamam. Ama birileri anlasın. Niyetim hatasızım, kayıtsızım, üzgünüm demek değil. Niyetim bu şarkı güzel şarkı.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Kaporta yerinde

Sıkı sarıl doktor bana çürük karpuzlar getiriyorum beraberimde
Karanlık mı soğuk bir Babil akşamı belki
Belki samsun sahi kaldı mı bu kentler bir bir
Bir bir kaldı mı günümüze İrlandalılar yada Iraklılar
İnekler inekler inekler hergün önlerinden geçerim belki artık o dili konuşurlar

Ben bak iş uykusuna giriyorum sayıyorum camlar kapalı
Klozetin kapağı asla oturmuyor ve ben boyuna ben
Dışarlar soğuk cam kapalı ki bir çeşit Babil belki Samsun akşamı

12 Kasım 2011 Cumartesi

Bütün güzel kızlar fenerbahçeli

Kader

Gün gelip de İzmir'den ayrılmam gerekse nasıl olur bilmiyorum. Kafam bulanık olduğunda yürürüm. Kendi kendime konuşur, saçma yahut mantıklı bir kaç düşünce düşünürüm. Metro hattına inip trene binip Konak iskelesinden körfeze doğru kordonboyu boyunca yürümeye başladım. Birkaç saat evvel bırakmış gibiydim herşeyi. Cebimde bir mektup buldum, içiçe geçmiş iki mektup olan bir mektup. Aldığım bir mektupla ona cevap olarak göndereceğim başka bir mektup. Ben mektuplarımı öyle severim ki hemen göndermem. Ya da tembellikten. Ama gerçek şu ki mektupları yazdığım anda göndermem. Okurum da tekrar tekrar. Mesela sen en son ne zaman yenildin, diye sorarlar insana. Ama değiştirmem hiçbirşeyi. Mektupları yine iç içe koyup zarfın içine kapatırım. Kapattığım zarf ortaktı. Oysa evde bir tomar zarf duruyor koçanıyla. Sustum. Konuşmuyordum gerçi. Çünkü "dehliz" kelimesine bir çoğul bir de iyelik eki takmak klişe olur. Mektup okurken konuşarak klişe yaratmam ben. Bazen ağlarım hep ben mektup okurken. Bazen de ağlamam. Yine de susmaya karar vererek sustum konuşmadan.

Şiir düşünmeye karar verdim. Ben bazı bazı şiir düşünür can sıkıntımı gidermeye gayret ederim. Bu tip şiirlerin en güzel yanı birkaç saat sonra tek bir dizesini bile anımsamamanızdır. Bu sonuncusu nasıl kelime yahu, diyerek bana kızdığınızı varsanıyordum. Kızmayın. Sesli okumaya çalıştıysanız eğer o kelimeyi, siz çok yalnız bir kişisiniz. Şiir düşündüm. Konuşmaya başladıkça susarak tekrar düşünmeye çalışmışım. Aklıma rus romanları geldi. Rus kızları gibi rus. Neden olduğuma şaşırdım. Oysa Pasaport'u çok geçeli olmuştu. Çok geçtiği için ağaç heykeliyle gündoğdu arasındaki anlamsız boşluğa gelmişim. Öyle anladım yani. Ben oraya ne zaman gelsem dururum. Hele ZD'nin Kader filminden sonra daha çok duruldum. Bayrakların direkleri gölgesi hep oraya düşer. Filmdeki gibi düşmez çünkü bayrak ancak bayramlarda direğe asılan birşeydir. Okullar hariç. Okullarda bayraklar her zaman asılır. Çünkü ülkede birçok darbe oldu. Darbeleri askerler yaptı. Askerlerin olduğu bir ülkede her yerde bayrak koyma zorunluluğu var sanırdım. Çabes de sürekli üzerinde Venezüela bayrağıyla dolaşır. Ama ben söylenenlere bakmıyordum. Denize bakıyordum ve (o) birşey söylemez. (O) da susar. (Bazen benim sustuğum) gibi. Ben denizle inatlaşmam.

Kasım sıkıntısı

Kurtulamadığım bir saplantım vardı. Benim gibi erkeklerin saplantıları çoğu zaman kız olur, ki şimdilerde kadın diyorlar. Deniz beni bu kızdan kurtarmıştı. Bir Mayıs günüydü. Bir mayısa gidiyordum. Ben bu kızın kolyesini bu denize attım. Güz olmasını isterdim. Güzleri severim. Kasım ayları hariç. Tüm kasım ayları hariç. Hariç tuttuğum tüm kasımları asla sevmem. O gün. İşte o gün öyle oldu. Sonra attım kolyeyi, deniz aldı, bir yerlere gömdü. İnsan acayip yaratık. Acayip. Bazı zamanlarda objelere gerek duyuyor. Sevmek için, alışmak için, alışmamak için, sevinmek için, üzülmek için, ağlamak için, tapmak için. Evet insan bazen tapmaya da gerek duyuyor. Bence çok önemi yok ama insan işte. Sizlerin bileceği iş. Bazıları çok önemsiyor gibi laga luga yapıyor. Onlara şöyle bir vurasım geliyorum, rayt in da feys.

Benim içimde yörüklük vardır. Ben öyle kandı, soydu şeylere önem vermem ama bu yörüklük var işte. Yörüklük olan birşeydir sonuçta. Küçüklüğümden beridir ancak kelimesini matematik dersleri dışında hiç kullanmadığım gibi gittiğim yerde de çok kalamadım. Göçmeye alışık olmalıydım. Ama alışamadım. Yine birgün böyle kordonda göçüyorum. Yine mektup okuyorum. Sonra farketmeden yine o Kader filminden bilebileceğiniz, yıllardır anlam veremediğim, İzmir sineması önündeki bayrakların direkleri bulunduğu, anlamdan bağımsız açıklığa geliyorum. Yine durup Bekir'i düşünüyorum. Annemi, babamı, abimi, ablamı, halamgili, amcamgilleri, öbür öğretmenlerimi, dedemi, arkadaşlarımı, imamın oğullarını, sinangili, kilise sokağında ittiğim adamı, yurtdışılı arkadaşlarımı. Ne sayıyordum ben unuttum gene, cümlenin bağlamını kaçırdım. İşte böyle kaçırıyorum ipin ucun hep yürürken. Yörüklük tüm yaşam şekillerinden daha mütevellit, daha mütemadiyen, daha kozmopolit, daha kırmızı bir. Yörüklük en modern bir kavramdır.

Deniz & Sevtap

Dario Moreno'yu arkadaşının aşkıyla bırakıp, Kader filminden hatırlayacağınız sahneyi terkettim. Ben orada bir süre durduktan sonra orayı terkederim. Ben bir yerde bir süre duruyorsam eğer, bilin ki sonrasında orayı mutlaka terkederim. Ben küçüklüğümden beri böyle alışmışım. Mesela yurdumun çeşitli ilçe ve köylerinde gittiğim, ayakta durduğum, yürüdüğüm, bulunduğum, bulamadığım yerler oldu. Kiminin hayatında birçok kadın olur, kiminin hayatında birçok kent. İkisi farklıdır. Ve bir süre geçtikten sonra ben hep oraları terkettim. Yörüklük öyle birşeydir. Siz de yapabilirdiniz, isteseniz. Yörüklük kendinden kaçmak mıdır? Uşak'a elektrik geldiğinden beri ben evde elektrik yakarım. Bilmiyor olabilirsiniz, elektirik yanıcı birşeydir. Benim evim Bornova'nın falanca mahallesindedir. Felanca ve filanca diye sokak ve saire adları da vardır ama o ayrıntılarla sizleri yormayalım. Yörüklük lamba yakmak mıdır? Ben bu evimde ışıkları yakarken bazen sabah olur. Ben karanlıktan ömür kadar korkarım. Çoğu kadın da korkar, anneler hariç belki. Bir de severim ki işlenmeyi. İnternette hiçbir işime yaramayacak yazıları okumak, sözlük yahut ansiklopedi okumak hobilerim arasındadır. Ayrıca soyu tükenen foklar için çok üzülüyorum. Bir de dedikodu etmeyi severim. Bir de röportaj yapmayı. The Commitments'ı hatırlarsınız. Ben de kendimle röportaj yaparım. Bazen balıkçı olurum bazen futbolcu. Bazen orta halli bir restoranda bulaşıkçı olurum bazen müteahhit. Film çekmeyi çok isterim ama şu ana kadar hiçbir senaryoyu bitiremedim. Bitmiyor, hiç kafanızdaki gibi olmuyor. Siz de bunu yaşadınız mı? Bence Onur Ünlü'nün filmleri bu yüzden vasatı geçmiyor. Haa bunlar benim kişisel görüşlerim ama Buñuel olsa aynını söylerdi. Tamam ölüler üzerinden siyaset yapmayacağım. Ama benim görüşlerim bunlar. Büyük adam şu Buñuel. Acaba onda da yörüklük var mı ki.

Varolanla varolunmuyor. Toplumcular toplumu çıkaralı bir yirmi yıl oldu. Gasteciler öldürülmeye devam edilinebiliniyor. Çok can sıkıcı meseller var dünyada. Hoş şeyler de var ama... Şey gibi örneğin... Aklıma gelince söylerim. Bir gün benle kordona gelsene, şöyle baştan bir yürüyelim?