12 Kasım 2010 Cuma

Umartesi bir yalandan ibarettir


Sizin hiç şiiriniz oldu mu? Benim bi kere oldu. Yıllar geçti, yayımlanmadı kör oldum.*

Duygusal olarak bağlandığınız işler asla takdir görmüyor. Görmesi gerekir mi? Belki görmemesi daha iyi, ama insanoğlu sorguluyor "böyle mi yapmalı" diye. Şiiri fransıza gösterdim ritm dedi. Ne anlasın elin fransızı türk şiirinden demeyin, alemdardan çok anlıyor.**

Yıllar geçecek, yaşlanacağız ve bu kalacak. İnsanın umutsuzlukla yaptığı şey reddedildikçe başka umutsuzluklara sarılıyor.***

Şiir bitti.****


*Şair burada şiirin arkasından sesleniyor.
**Burada şair giden şiirin arkasından bakakalıyor.
***Şiirin arkasından giden şair burada bakakalıyor.
****Şiir burada arkasından bakakalana bakmıyor.

2 Kasım 2010 Salı

Ağartma işleri



Kurosaki Ichigo'nun ortalıkta sürekli Bankai'siyle dolaştığını farkettim yenice.

Burada saat 20.25 ama güneş batalı beş saat oldu. Şimdi uyku vakti. Yahut ders çalışma. Bense Soul Society'nin Aizen'le savaşını izliyorum.

Aizen denen dallamanın, dahası Urahara'nın ve Yurouichi'nin neden Japonya'da milyon tane semt, kasaba, kent, köy varken neden Kurokara Kasabasını seçtiği de ayrıca merak konusudur.

Öteyandan Şinigamiler de gerçek değil, neden sorguladıysamartık.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Ekim





Dün Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 87nci yıldönümü dolayısıyla, Helsinki Büyükelçiliği'nin verdiği resepsiyona katıldım.

İki gün evvel resmen davetiyeyi almış, iki hafta evvel de sözlü daveti almış, çok şaşırmıştım. Dün ise herşey açığa çıktı. Meğerse Sayın Büyükelçi beni sonAt'tan tanıyormuş ve Helsinki'de olduğumu görünce tam iki ay öncesinden talimat vermiş çalışanlarına, resepsiyonu benim de şereflendirmem için.

Ancak gittiğimde pek hoş karşılandığım söylenemez. Adının açıklanmasını istemeyen bir elçilik çalışanı bana bunun sebebinin sakallarım ve kıyafetim olduğunu söyledi. Sevgili elçim, beni uyarıp utandırmak istememiş, ama kıyafetimden dolayı rencide olmamak için benimle birlikte fotoğraf çekilmesini isteyen gazetecileri nazikçe reddetti. Ben de fotoğraf çekilmeyi çok seven bir adam değilim sonuçta. Ne iyi elçiler var şu dünyada.Gerçi ben de çok kötü giyinmemiştim. Câvurların "Smart Casual" dedikleri meretten giyinmiştim.

Velhasılı onur, şeref biraz bahaneydi. Rakı bulmaya gittim işin doğrusu oraya. Zira Helsinki'de kolay rakı bulunmuyor. Bulduğun da 24 eur. E insan haliyle bir kere alabiliyor rakıyı. Gittiğimde ise sadece rakıyla yetinmedim. Köfte, tavuk şiş, döner, sigara böreği, yaprak sarması ve baklava buldum yedim.

Derken dört eczacılık öğrencisi geldiler. "Sen öğrenci misin" diye sordular, "karikatüristim" diye cevap vermek isterdim ama demedim tabi. Öğrenci olduğum her halimden belli değil miydi? Şüphesiz ki herkesin takım elbiseli, kıravatlı, beyaz gömlekli, siyah pabuçlu olduğu bir ortamda, lacivert kareli gömlek giyip gömleğin altından çıkan "metalci siyahı" renkli tişört, eskimiş bir kumaş pantolon ve kahverengi bot giyenler bizden değildir.
Muhabbet falan ettik gençlerle, sanki kırk yıllık Helsingissa'ymışım gibi ahkam kestim ben bunlara, üç duble rakıdan sonra bırakın olsun o kadar.

Davette salmiakki* de var idi. O kadar Finli'nin olduğu yerde kaçınılmaz tabi bu. Yemedim tabi.

İşte böyle geçti, yolu yarıladık, Dante-Tarancı örneği.


*Salmiakki, bir çeşit Fin şekerlemesi. Finliler bunu çokseviyor ama garanti ederim ğrenç bir tadı var. Elastik bir rakı veya pastis şişesini çiğniyormuşsunuz gibi bir his veriyor. Zira Anason ve tuz içermekte ama allahın Finlisi ne bilsin tabi şekerlemenin tatlı olması gerektiğini. İşte çok para kazanmakla, refah içinde yaşamakla, anayasal hakları, insan haklarını geliştirmekle uygar olunmuyor.

9 Eylül 2010 Perşembe

Eylül

Yazarımız Finlandiya'da blunduğundan bu ayki yazısını yazamamıştır. Anlayışınız için kiitos.

27 Ağustos 2010 Cuma

Equus ultimus

İsviçreli bilim adamları yeni bir tür keşfettiler. Darwin'in evrim ağacı'ndaki en büyük eksik halka böylece bulunmuş oldu.

Buna göre Equus ultimus türü İnsan evriminde kilit nokta olan bir yerde duruyor ve Atlar'la PrimAtlar arasında geçiş türü olarak yer alıyor.

Atlarla Primatların yakın akraba oldukları biliniyordu.

25 Temmuz 2010 Pazar

münir'in aklında kalan


Münir said: Keşke heves'e o fotoğrafını gönderseydin.
Denge said that, Bunu mu?
Münir: He, bunu. Bunu sana tavsiye edeyim diye aklımda tutmuştum. Herşey böyle aklımda kalmaz haa. Aha bu son at, aha bu da son denge.

18 Haziran 2010 Cuma

Deli raylarla ördük aha yurdu dört yaştan


Yenice neyi farkettim gençler. Hani bu şu bir klişe var. İşte Atatürk, İnönü falan, Türk siyasi tarihine, sonra George Hagi Türk futbol tarihine, David Copperfield sihir tarihine adını altın harflerle yazdırıyor ya... Yahu meğer ben de Türk şiir tarihine adımı altın harflerle yazdırmışım. Cihan'la Aras da öyle...

O değil de bu kötü espiri sabahın dördünde neden/nerden/nasıl aklıma geldi ve ben hala neden uyuyamıyorum?

16 Haziran 2010 Çarşamba

Küçükpoark küçükpoark dediğin bir manâsız kutu

Lise çağımdan beri, gerçi o zaman küçükpark şimdiki gibi değil, küçükparkta tuttuğum üç kafe vardır. Bir tanesi Hasan Abi'nin Mira'sı, ikinci bir tanesi Önder Abi'nin Leman'ı, bir üçüncüsü de İsmail Amca'nın Küçük Ev'i.

Hasan Abi ve Mira'ya sonAt'ın ikinci sayısını ithaf etmiştik. İthaf ettiğimizden birkaç ay sonra Hasan Abi kahvesini kapattı, küçükparkta en ucuz çay oradaydı (50 kuruş). Şimdilerde Ölüler Parkı'nın karşısında bir bujiteri dükkanı açmış.

Şimdi de Leman Kafe kapanıyor. Önder Abi götürebileceğimiz kadar götüreceğiz diyordu, dayanamamış. Küçükparkta Mira'dan sonra en ucuz çay buradaydı (75 kuruş).
İsmail Amca'nın küçük ev'i küçükparktaki en kötü ama en samimi çayı yapan yer. (Orada da çay 1 lira idi mira ve leman'ın fiyatları öyleyken.)

Bu durumda geri kalan, küçükpartaki diğer soğuk, gürültülü, dumanaltı ve boş konuşulacak mekanlarda çay 1,5 ile 2 lira arasında fiyatla 'pazarlanıyor'. Zaten o parayı da çaya değil mekana veriyoruz değil mi, sizi tüketim çağı çocukları.

Çayın güzel ve ucuz, ortamın samimi olduğu yerler bir bir kapanıyor; boktan, gürültülü ve boş ortama, boktan ve pahalı çaya sahip yerler kazanmaya devam ediyor.

Benim anladığım, ekonomi okuyan adamlar/kadınlar bile (mühendislik/iktisadi-idari) kazık yemekten hoşlanmaya devam ediyorlar.

23 Mayıs 2010 Pazar

Gönül dostları

Araya sonAt, değişim, staj işleri girince ne yaptığımı bilmedim.
Halbuki herşeyden önce şiir vardı. Bir iki durgun yazışmaya, bir iki kavgaya karıştıktan sonra ilk kez bugün nefes alıyorum. Bunda da hastayım. Allah bir taraftan alırken öbür taraftan veriyor denir ya, bana bir taraftan verirken öbür taraftan geri alıyor.

Nefesimi alır almaz nerden peyda olduğunu anlamadığım yerli obama çıktı bir de. Açtım televizyonu sabah, sol'da bir umut bir sevinç. Chp'nin bütün küskünleri, Gandhi midir, Obama mıdır, duyunca dönmüş.
Obama gibi insanların umutlarıyla oynamasalar bari.
Chp'ye bakınca 20 yıldır nasıl sadece kendilerine değil de sola kaybettirdiklerine bakıp şaşırıyorum. Yani bir bakın, İsmet İnönü, Bülent Ecevit, nasıl da dolu isimler. Adamların yaptıkları iyi kötü birşeyler var. Bir de Deniz Baykal dendiğinde herhalde birçok kişi lanetle anar. Belki de, umarım, hiçbirzaman anmazlar.

İnsanlara sakın İskandinavya'ya gitmek gibi bir durumunuzun doğduğunu paylaşmayın. Hele de üniversiteli erkek gençliğe. Size "tüm iskandinav kadınlar açmış bacaklarını seni bekliyorlar", "seni şanslı piç" muamelesi yapıyorlar. Kalevala, Laponya, Ak zambaklar ülkesi kimsenin ilgisini çekmiyor. İnsan sırf bu yüzden gitme durumunun doğuşunu paylaşmayabilir, hatta gitmekten vazgeçebilir. İşin tuhaf yanı, daha ortada birşey yok.

Geçenlerde yazdığım bir şiirimsi heves şiir/eleştiri'de çıktı. Güvendiğim bir yorumcu olan Ömer Üründül dergideki en iyi dört şiirden en kötüsünün benim şiirimsi olduğunu söyledi. Belki umartesi çıkarsa heves'te kollektif futbol anlayışımı sahaya yansıtabilirmişim. Bir de bana biçimci diyenler falan var ya hani... Cevab Verilemiyen Mektub heves'te uğradığı dumurdan kelli bir de bir yıllıkta ikinci kez haşat edilmişti, adıyla/biçimiyle. (CVM'nin orijinal/özgün görünümü sonAt-3'teki gibidir.) Ücra'da da sanırım karakter sorunundan dolayı "Bir ülkede japon çoksa orası japonya olabilir"in bana göre en iyi ve en evrensel ve en manidar dizesi yıpranmış. "Nalet olsun biçimdeki şiir sevgisine" diyorum artık.

Geri bakıp Nisan ortasından beri tek dize şiir okumadığımı, tek çizgi resim çizmediğimi görünce Luke'u hatırladım. (Bu bloğu.) İnsan nasıl da unutuyor yeni birşeyi.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Bu sefer hakkaten...

On küsur günlük anket bugün kapandı.

sonAt'ı nerelerde görmek isterdiniz, sorusuna vatandaştan yanıt gecikmedi.

Ankara-İstanbul 4 oyla %22
Diğer yerler 14 oyla %77

Şimdi soruyorum, Ankara ve İstanbul'da başlıca yerlere gitti sonAt.
Diğer yerler neresi?
İşte yeni anketin konusu da bu.

9 Nisan 2010 Cuma

JKRowling Hayri Çömlekçi için yeni seri yazacağımış.

Paranın yüzü tatlı tabi.
Bişeyin de bokunu/suyunu çıkarmayın yahu.
Sözüm sana Bloomsbury... Kesin sen baskı yapmışındır bu kadınceğize.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Sola yabancılaşmak mı Solun yabancılaşması mı.

Önce başlığı "Sola yabancılaşmak yahud Solun yabanıllaşması" diye atayım dedimdi ama kafiye olmuyordu.

Solun Toplumcu-Gerçekçi Şiir'de kaldığını babam bile biliyor. Dikkatinizi çekerim, babam tanıdığım en sağlam solculardan birisidir. Hani solun davasını en son satacak bile diyemem, satmaz zira.

Benim meselemse şu ki; bence TDK sözlüğünden "toplumcu" kelimesi çıkarılmalı, bu biiiir. Çünkü sosyalist'i karşılamıyor. Tanıdığım ve okuduğum birçok sosyalist (masabaşı solcularıyla liberalleri ve çimlerde oturup devrim yapanları söylemiyorum, gerçek anlamda sosyalist) toplum'la/yığın'la sorunu olan, toplumdan zaman zaman nefret eden/tersleşen insanlardır; Marks, Sartre ve benim gibi... Bizim gibi insanlara "toplumcu" dendi mi ben fıttırıyorum.

İkinci meramım şudur ki; abi, Toplumcu-Şair olmaz. Topluma uyan adam zaten şair olamaz.
(Eğer ki bir gün şair olursam, gerçek şair ama böyle, belediye şiir geceleri sunan şair değil, bunu bana hatırlatınız, utanayım.)

Neyse, bugün Ziraat Bankası'ndan para çekeceğim, ayın Yedi'si, efendime söyleyim burslar falan yatmış, öğrenim kredileri, bir kuyruk bir kuyruk... Okul'da en çok işleyen ATM Ziraat Bank'a ait Vakıf ve Halk'ın 2'şer, Garanti'nin 3 tane ATMsi var.
Kuyruk sırasınca insanlara sordum, niye bekliyorsunuz mal mısınız, on beş kişi ağız birliği etmişçesine; "zamanım var", "beş kuruşum yok" yanıtlarını verdiler.

Kuyrukta bekliyorum, önümde 20li yaşlarda şişmanca bir kadın, muhtemelen öğrenci, durup durup kendi kendine konuşuyor... Sonra dedim kendime herhal telefonla konuşuyor, önerimde kendime katıldım.
Sonra kız bir ara telefonu kaldırdı, konuşma süresi 27dk. görünüyordu. 'Manyak lan bu millet' dedim, yanımdaki adama, 'yarım saat telefonda kouşulur mu' dedim. Hadi konuşuyorsun, beşer dakikalık sessizlikte ne kapatmıyorsun apla, beleş buldun suyunu çıkaracaksın illa.
Kadının tek doğru yaptığı şey kulaklık kullanması. Yoksa yarım saat tutulmaz kulağa yapıştırıp.
Hakkat la, manyak bu millet.
Neyse on dakika sonra kız parasını çekti, giderken kulaklığa birşeyler mırıldanıyordu hâlâ...


Son olarak; toplumun kendisi için yaptığı en anlamlı şey çocukları eğitmektir.
Alt geçit merdivenlerinde üç bisikletli çocuk, ikisi geride, biri merdivenlerin tepesinde, diğer ikisi bunu aşağıya doğru bisiklet sürmeye kışkırtıyorlar, sürmezse daha fazla arkadaşlık etmeyeceklerini öne sürerek tehdit ediyorlar, tabi çocuk sürdü bisikleti sonunda, alt geçidin duvarına çarptı ve bayıldı, ufak tefek sıyrıklar da var. Cankurtaran'ı çağırdık aldılar çocuğu.
Şimdi herkesin bildiği ama inatla üzerinde durmayarak birbirlerini yanılttıkları bir gerçeği söyleyeceğim: Çocuklar masum değildir. Lütfen benim yanımda 'Çocuk masumiyeti' gibi klişeler kullanmayın oyarım. Çocuk kalbi'ne itirazım yok, Marko'yu severim.


*Tehdit meselesinden sonrasını görmedim. Ama belki gerçekten de öyle olmuştur. Ve sanırım Alper Kamu'ya özenmek için 20 yaş büyüğüm.

6 Nisan 2010 Salı

Lan oolum yaşlanıyoz mu ne yaa!

21 vites bisikletler çıkmış, ben bugün öğrendim bunu.

Bizim zamanımızda maksimum 18 vites vardı (ayıptır söylemesi benim de 18'ler ilk çıktığında 21 cantlı bisikletim vardı).

Galiba teknoloji böyle birşey. Şimdiki gençler... Ah ulen ah... Şimdiki gençler çok vitesli yahu.
Çağ ilerledikçe insan eskiyor. Yaşlanmak demiyorum bak. Eskiyoruz. Teknik'in ivmesi Kültür'ün ivmesinden büyük. Tam olarak 1,78 katı.

Gittikçe daha küçük yaşlarda, daha büyük yaşlardakilerin bilincini taşımayı öğrenmek zorunda kalıyoruz. Cinsel, kültürel, piskolocik, epistemolojik, linguistik ve bilumum latince sıfatlar...

Belki de şöyle bir yirmi yıl sonra etrafta binlerce Alper Kamu görürüz.

4 Nisan 2010 Pazar

The Partisan / Leonard Cohen






Partizan


En.
Onlar sınırın ötesinden yağdıklarında
bana teslim olmam söylendi,
ama ben bunu yapamazdım;
Silahımı alıp ortadan kayboldum.

Sık sık adımı değiştirdim,
karımı ve çocuklarımı yitirdim
ama pek çok arkadaşım var,
ve bir kısmı da benimle birlikte.

Yaşlı bir kadın bize sığınak verdi,
sakladı bizi tavanarasında,
sonra askerler geldi;
fısıltı bile çıkarmadan öldü.

Sabah burada üç kişiydik
akşamüstüye yalnız ben kaldım
ama yola devam etmeliyim;
bu siperler hapis benim için.

Ah, rüzgar, rüzgar esiyor,
mezarların üzerinden rüzgar esiyor,
özgürlük yakında gelecek;
biz de gölgelerden çıkacağız.
Fr.
Evime geldi Almanlar
“Kendini tanıt” dediler
ama ben korkmadım
silahımı kuşandım

Yüzlere kez değiştirdim adımı
yitirdim karımı ve çocuklarımı
ama dostlarım var çokça
bütün Fransa var yanımda

Bir tavanarasında yaşlı bir adam
gece için bizi sakladı
Almanlar onu yakaladılar
hiçbir iz bırakmadan öldü

En.
Ah, rüzgar, rüzgar esiyor,
mezarların üzerinden rüzgar esiyor,
özgürlük yakında gelecek;
biz de gölgelerden çıkacağız.

1 Nisan 2010 Perşembe

Yirmi İkisinde Biten Temmuz

Sanki hergün çok eğleniyoruz, durmadan birşeyler yapıyoruz gibi, filmde gördüğünüz yürüme sahnelerine çok diyorsunuz. Sizleri, tıpkı gerçek hayatınızdaki gibi aksiyonun eksik olmadığı Hollywood filmlerine davet ediyorum (Mesela PointBreak'e). Ya da daha iyisi en yakınınızdakileri başka en yakınınızdakilerle aldatmanın en iyi yolarını öğreten Yaprak Dökümü'ne, Aşkı Memnu'ya. Ya da 40 sayfada halloluveren Suç ve Ceza çizgi romanlarına.*

Dolu dolu hayatlarınızda başarılar.



*Ağlayarak hızlı okuma kursu aldıktan sonra "Savaş ve Barış"ı okudum. Olay Rusya'da geçiyordu.
Woody "Woodpacker" Allen.

Orhan Veli Şiiri Öldü!

Bugün bir nisan.

O saçmasapan şakalarınızı yaptınız mı? Yapıp bitirdiyseniz artık sokağa çıkmak istiyorum.

And here's the question:
Son bir yıldır Şiir için ne yaptınız?



(Hiçbirşey yapmadıysanız bari sitedeki yeni ankete oy verin.)

Orhan Veli Şiir Ödülü






Şu uğrunda yanlış anlamaların olduğu, benim de okumadığım şiir penceresi adlı gruba üye oldum henüz.*
Bana ilk gelen mail de Orhan Veli Şiir Ödülü diye birşey oldu. Abi baktım. Utanmasam "Orhan Veli Şiiri Öldü" diye yanıt yazacağım. Ama OrhanVeli'ye ayıp olacak.
Teh. Allahım. 21. yüzyılda hâlâ nelerle uğraşıyoruz yahu.

*Ö. ince muhabbetleri olmuştu bir ara. Ben de bu şiirdışı polemiklerden haberim olmadan, alan kavgasına müdahil olmuş oldum. Hani sokakta bir kavgayı ayırmaya kalkarsanız en sağlam yumruğu siz yersiniz ya. Öyle birşey.
Tıpkısı ve aynısı ATM'de(1) sıra beklerken, sıra size geldiğinde Bankamatik'te(2) para biter. İşte Öyle Birşey.

1- Automated Teller Machine. (Otomatik Vezne Makinası)
2- Bildiğin para çekme makinası. Aynısı yani bir evvelkinin.

Bir de unutmadan; en iyi şiir yıllığı boxer dergisinin yayımlamış olduğu şiir yıllığıdır. Godard filmi verdiği sayısında, İsrail askerlerinin özlemlerini, aşklarını ve vatan sevgilerini anlatan şiirlerin olduğu.

Ve yılın en iyi şiiri de, değeri bir türlü anlaşılamamış olan "Nobre'nin Tribünlere Koşması"dır.

24 Mart 2010 Çarşamba

Theo Theo dediğin nedir ki gülüm. Ben senin için Zeki'yi göze almışım.

*Benicio Del Toro, küçükparkta.

Az evvvvel Zeki Demirkubuz'la sokakta rastlaşıp, "nasılsın zeki abi" diyip "iyiyim sen" diye karşılık almanın şokundayım. İstanbul'da olsak anormal değildi, ama izmir'de yaşanınca bu olay biraz tuhaf kaçıyor.

Malum bir arkadaşımın ( o kendini iyi biliyor) Angelopoulos'un domuz gribi vakasından sonra yeniden izmir'e gelmesini bana haber vermedi, ben de Demirkubuz'u gördüm.

Vallahi bravo diyesim var, Zeki D. gördüğü yüzü unutmuyor anlaşılan. Bir de Benicio Del Toro'yu gördüm, fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedim.

15 Mart 2010 Pazartesi

Sitede anket yapılmaya devam edilsin mi?

  • Evet, edilsin. %33
  • Hayır, edilmesin. %0
  • Hem katılıyorum hem katılmıyorum (Ne edilsin, ne edilmesin) %0
  • Sarışınlar boktur. %66


Bu günlükteki son anket, bu fi tarihinden kalma anketti. Altı kişi yanıtlamış.
Sonunda güncellemeye karar verdim. (Yeni anket Cuma gününden [19 Mart] itibaren güncelliğini yitirecek.)

Bu saçma blogu bile yaklaşık 60 kişi izliyorsa (sürekli olarak 17 kişi felan sanırım), varoluşsal sancılarını döktüren, bundan daha saçma blogları kimbilir kaç kişi izliyordur.

Adam gibi blog tutup da çok izlenen herhalde bir Hande vardır. (Handenin bloglarından birini, en pek takip ettiğimi, dönüp dönüp dönüp baktığımı söyleyeyim: kendine konvansiyonel) Nasıl yapıyor bunu ilk fırsatta soracağım kendisine. Sanal çevre mi gerek yoksa çevre mi gerek. Gerçi izlenmek gibi derdim olmadığını görüyorum şuanda. Arada bir bakılması benim ihtiyacım olan. "Aa, bu da varmış bak" denip kapatılmak. Duygu kusmuklarınızla mutluluklar dilerim.

Bense saçma olanı yapmaya devam etmekte karalıyım. Çok yaşa Mirkelam.
Yaşasın İsmayil Yekaa ve Alamancılık Ülküsü. Yaşasın, bir grek tanrısı olarak, Kaos.

14 Mart 2010 Pazar

Uzaktan duyduğumuz...


TEKEL TEKEL diyordunuz... Aha noldu?
Gittik, gördük, beğendik, bütün solcular toplandık, sorduk nerden yıprandık, bizonlardan hoşlandık*, şiir bakanlığına bin selam!

Bir de şiir bakanlığının resmi yayın organında, uzun zamandır konuşulan kehanetler gerçek oldu. Kısırlık sonunda ortaya çıktı. Üç beş adam, eş dost aynı şeyleri yazıp durursanız işte böyle ne deneme, ne şiir, ne öykü çıkaramazsınız. Yukarıdaki fotoğraf da benim TEKEL hatrına Barış Çetinkol'e doğumgünü armağanım olsun. Ve dahi Eren Barış'a.

*Feci halde yalınmıyorsam Selçuk Erdem espirisiydi.

16 Şubat 2010 Salı

Passenger / Deftones


Yolcu

Buraya büzülüyorum
Hâlâ, soluk soluğa
İşte hep olduğu gibi
Hâlâ dahasını istiyorum
Yandaki dikiz aynalarından
Kim takar geridekileri
İşte hep olduğu gibi
Hâlâ senin yolcunum
Deri yüzeylere geçirilmiş, iliştirilmiş krom düğmeler
Bu gibi şeyler ve öbür şanslı tanıklar
Beni yatıştırmak üzere
Ama bu kez hoşgörmeyeceğim
Daha hızlı sür
Arabanın camlarını aç
Bu serin gece havası pek meraklı
Bırak tüm dünya içeriye baksın
Kim ne bekler ne görür ki
Ben senin yolcunum
Ben senin yolcunum
Yık bunları ve
Üzerime geçir
Hoş rahat koltukları
Dizlerine minder olan
Şimdi beni yatıştırmak üzere
Beni bir daha dolaştır
Sakın kenara çekme
Bu kez daha hızlı süremez misin
Arabanın camlarını aç
Bu serin gece havası pek meraklı
Bırak da tüm dünya içeriye baksın
Kim aldırır, kim neyi görür bu gece
Arabanın şu buğulu camlarını aç
Soluğumu yakalayan
Ve sonra yürü ve yürü ve yürü ve götür beni
Evime ve geri buraya
Beni bırakma
Götür beni kıyıya

Çeviri: D.E.

30 Ocak 2010 Cumartesi

Red Kit'ten sert yanıt



Asıl adı Lucky Luke olan Red-Kit'in bildiğimiz adı sanırım Halit Kıvanç tarafından yazınımıza kazandırılmıştı.

Oğuz Atay'ın "Korkuyu Beklerken"inde sigara içilmesine gelen ceza tiyatrocuları kızdırmıştı. Bakan da "Sanat sanat deyi deyi çocuklarımıza kötü örnek olacaklarsa yakınmanın anlamı yok" demiş. Ulan örnek alıp sigaraya başlayacak çocuğun o oyunda ne işi var? Hem sanatçı adam istediğini yapamayacak da bu dünyada kim yapacak? E tabi sansür kapsamında değerlendirilmedi bunlar hiç bir ağızdan. Ben görmedim. Demokratikleşmeden söz eden bir hükümet, sözlerinin nasıl da palavra (palabra: İsp. söz, sözcük, laf.) olduğunu ancak böyle kanıtlayabilirdi.

Bugün sigara yasağıyla sanata sansür getiren adam yarın teşhircilik kapsamında tiyatroda sinemada cinsel cinsel sahneleri kötü örnek oluyor, çocuklar küçük yaşta cinselliğe başlıyor, diye yasaklar valla. Benden söylemesi.

Red-Kit'i örnek alsınlar demiş bakan bir de. Bak, demiş, Red-Kit'in yazarı sigarayı attırıp ot aldırdı; siz de öyle yapın. Senin sanat anlayışına ilk olarak kültür bakanın karşılık vermiyorsa sıçayım öyle hükümete. Demokrasilerini de alsınlar, doooğru amrikaya, hondurasa, iran'a. Hadi canım başka kapıya.

Ayrıca Sayın Sağlık Bakanımız Recep Akdağ da Red-Kit'in yazarının adını bilmiyormuş. Hey gidi Morris*, kaynak belirtmeden alıntı yapıyorlar eserlerinden.

*Maurice de Bevere (Morris) : Red-Kit serisiyle bilinen Maurice de Bevere'in müstear adı Morris'tir. 2001 yılında ölen Morris, arkasında pek güzel nesiller bıraktı. Belçika'da doğup Belçika'da ölen Morris vahşi batıyı aslında hiç görmemiş.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Yaşar Kurt - Korku



Yıllar önce hazırladığım bir videoydu bu. Lise gibi. İngilizcem de şimdikinden kötü değildi. Dünyaları değiştirmek isteyenler için bir çaba. Küçükçe bir çaba. Yıllar sonra yutub hesabıma girip de karşılaştığım bir olay.

25 Ocak 2010 Pazartesi

İşte bu faşizmin-

Faşizm sadece reytingiçinhaber programlarına çıkmakla olmuyor. Onuruyla ölen gazetecilerin arkasından isim muhabbeti yapıp küfürler etmek de tatamam kafatasçılık.

Sizin dininizi de görüyoruz, elbet bizi de ezer, kim gelirse gelsin yolunuza devam edersiniz sayın dinibütün. Beyaz berenizi görüyoruz. HRANT'a giydirdiklerinizi, siyah şemsiyelerinizi de.

Bu yüzden oradasınız, orada kalacaksınız. Senin popülizmin, kıçında açacağın siyah şemsiyen varsa bizim de inancımız var. Belki beyaz berenle gazeteci öldürmüyorsun ama, belki de sırf ermeni olduğu için şerefsizlik ediyorsun.

Şiir dışında her yol var.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Obama sosyalist Miii?


Son günlerde dünyanın kafasını kurcalayan bu soruyu yanıtlamak istiyorum artık. Uzun araştırmalar sonucu vardığım sonuç şu ki; HAYIR.

Asıl anlamadığım bırak komünistliği, elin amerikalısı, sosyalistliği bile hakaret olarak söylüyor. Dilsel açıdan biraz daha masum görünüyor ya sosyalizm, ondan diyorum. Amerikan rüyasının kirletmediği bir kelime. Sonuçta siyasetçi toplum için birşeyler yapmak durumunda kalıyor. Kardeşleri Bilim ve Sanat'ın aksine siyaset toplumla daha içli dışlı.

Ama sağlık güvencesi politikası yürütmek insanı komünist yapmıyor.
Obama Nobel'i geri versin; Yemen'den, Kuzey Kore'den ve Filistin'den özür dilesin; Irak'tan, Afganistan'dan, Somali'den ellerini çeksin; Küba'dan ve İran'dan ambargoyu kaldırsın; Çevre sözleşmelerini uygulasın, dönüştürülebilir/yenilenebilir enerji alanına kaynak aktarsın; Kızılderililere haklarını iade etsin; Türkiye'de, Latin Amerika'da ve Afrika'da yaptığı darbeler yüzünden özür dilesin; Doğu Avrupa'daki o renk cümbüşü devrimlerin kaynağını kessin; sonra karalayın Obama'yı istediğiniz kadar. İster Sosyalik deyin, ister gomanist, isterseniz anarşik.


dn: Jedi resmi http://ucuncudalgageliyor.blogspot.com/2009/02/obama-baslangici.html adlı siteden aşırılmıştır.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Depremler Tsunamiler



Çok değil 10 yıl önce, Gebze-Düzce Depremleri'nin arkasından akıllı bir abimiz, amcamız, Gebze depremini verilen askeri bir partide içilen rakılara bağlamıştı. Hemi de deprem, doğru bir kriter olmasa da, Türkiye'nin en dindar bilinen illerinden birkaçını etkilemişken.

Şimdi de dallamanın biri çıkmış, Haiti'de ölen binlerce insanın, Fransa'ya karşı verilen özgürlük mücadelesi sırasında şeytanla anlaşma yapmalarına bağlıyor.

Köşeye sıkışan kedi kaplan kesiliyor değil mi? Din adamları güçlerini yitirdikçe nasıl da saldırıyorlar, olur olmaz işlerin üzerinden.

Sana yaşama hakkı görmüyorlar ey siyah insan, diyesim geliyor ama beyazı sarısı nasıl yaşıyor ki.

17 Ocak 2010 Pazar

Kuram ve Uzam

Ege Üniversitesi Şiir Topluluğu yeni sezona bomba gibi giriyor.

Varan 1 - Şiir Yarışması:
Modası geçmeyen, eğlencelik, evladiyelik üniversiteli şiirleri. Dört yıldır birincisiz yarışmaya katılım için bakın.

Varan 2 - Ege Kitap Günleri: Birbirinden renkli eğlenceli paneller sizleri bekliyor.

Varan 3 - durak: Ege Üniversitesi Şiir Topluluğu Şiir Şeysi Durak, ikinci sayısıyla üniversite 2'nin karşısında duruyor.

Varan 4 - sonAt A : Yenilenen yüzüyle ekranların sevgilisi sonat şiir bülteniyle şenlik yeniden başlıyor.

Yeni yılda da bizden kopamayacaksınız.

12 Ocak 2010 Salı

Ulaşım ve şiirin hali

Görüntülemekte olduğunuz biloğ sayfasına 2009 yılı içinde bağlanan kimselerin arattıkları kelimeler şöyle:
(Benim şahsi ilgimi çeken aratmalar kalın puntoludur. aratılan kelimeleri virgülüne kadar değiştirmeden yazdım.)
  1. liman mehmetcihat
  2. denge esentürk
  3. yo anakin değil
  4. "denge esentürk"
  5. denge esenturk
  6. "münir yenigül"
  7. hakan arslanbenzer
  8. "liman mehmetcihat"
  9. "parcali ham"
  10. ustasinapostakoyanjedi
  11. a virginal
  12. ayda pipetle su içilir mi ?
  13. açılım çoktur
  14. açılım şiirleri
  15. baris cetinkol
  16. barış çetinkol' un ahlar denizi,
  17. güvender türkçe içtenlik konusu
  18. ikimiz adlı şiirler
  19. izmir şiir dergi denge esentürk
  20. kapesese
  21. metin eloğlu
  22. s dergisi
  23. ahmet guntan
  24. sevda şiirleri halktan
  25. yasemin keleş
  26. ş şiir dergisi
  27. "barış çetinkol"
dn: Listeye görsel aramaları dahil değildir. Kaynak gogol analitiks.

3 Ocak 2010 Pazar

Beyaz ve Sarı Türklük


Islak imzalarla yada kaşelerle yahut karbon kopyalarla, nasıl onaylanırsa onaylansın, bir açılımdır gidiyor. Açılımlarla ilgili görüşlerimi daha önce bir notumda belirtmiş idim.

Ancak şu işe bakın ki açılımlar bitti. En son alevi, çingene ve kürt açılımlarından sonra açılımlar bitti gibi. Şimdi de pozitif ayrımcılıktan söz ediliyor.

Anlamadığım nokta nasıl olacak bu iş. Kadına pozitif ayrımcılık dendi, üstün özellikleri (üstün özellik kapitalizmin bir oyunu tabi) olmasa da kadın işçiler, çalışanlar bir adım öne geçtiler. Şimdi de kürtler, aleviler ve çingeneler mi bir adım önde olacaklar bu pozitif ayrımcılık meselesinde?
Bir ülkede bir zamanlar ermenisi kazanacak, rumu kazanacak, arabı kazanacak, türkü, çingenesi, alevisi ve kürdü kazanamayacak, savaşlarda ölecek, şamar oğlanına dönecek; gün gelecek devran dönecek, rumu kazanacak, arabı kazanacak, kürdü kazanacak, çingenesi kazanacak, türkü yine kaybedecek, şamaroğlanına dönecek. Nassı' bi' dünya lan burası?
Bizleri yüzyıllar boyunca yöneten oğuzların her cepheye her sıkıntıya karşı kullandığı ilk koz hep türkmenler (yörükler) ve kürtler oldu. İskân siyaseti sırasında katledilenler de yörüktü. Kürtlere, rumlara, yahudilere, ermenilere; Türkiye'de yapılan bütün baskıları türklere biçtik bu güne kadar. Türklere yapılan bu baskılar ne öyleyse.

Burda aciz kalarak sorabildiğim birkaç soru var:
  • Madem türkler de baskı görüyorlar, öyleyse bu ülkeyi hangi etnik gurup yönetiyor? (Ulus devletmişiz ya ondan, bir etnik gurubun yönetimi olması gerek)
  • Oğuzlar türk değil, kürt değil, slav değil, etnik değil, köken değil. Ne la bunlar?
  • Kıpçaklar olaya nerede dahil olmaktadır?
  • Luke Dagobah'tan erken ayrılmakla iyi mi etti? Kalıp da Yoda'dan aldığı Jedi eğitimini tamamlamalı mıydı?
  • Anakin daha henüz ikinci bölümde etnik kimliğini, oğlu Luke'a açıklamakla doğru mu etti? Asiler bunu kendisine karşı mahalle baskısı yapmak üzere kullandılar mı?
  • İsmet Özel kendi söylediklerine kendisi inanmakta mıdır?
  • İnsan nedir?
  • İnsan var mıdır?
"İnsan acizdir muhtaçtır çok artislik yapmamalıdır."
-Ah Muhsin Ünlü

1 Ocak 2010 Cuma

Yeni yol

Yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl
Bizlere kutlu olsun
Yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl
Sizlere mutlu olsun

Eski yıl sona erdi
Yepyeni bir yıl geldi
Bu yıl olsun mutlu bir yıl
Bu yıl olsun hey hey

Kardeşiz biz hepimiz
Bitmesin hiç sevgimiz
Aramızda dargınlık yok
Aramızda hey hey

Mutlu olsun insanlar
Mutlu olsun tüm evren
Yeni yılda hep birlikte
Yeni yılda hey hey