30 Eylül 2009 Çarşamba

a virginal

Bir Başaksı

Yo, yo! Git benden. Onu geççe terkettimdi.
kılıfımı kaçırmaycağım ufak parlaklık,
çevremüstü göğsel için bir yeni ışıklık;
kolları sıskacık, bile beni sıkıca bağlamışlardı
ve bırakıp perdeli ülgen'in tülüyle gibi;
lezzetin yapraklarla gibi; incecik aydınlıklıkla gibi.
Ya, yanındalıkla aldırmıştım büyüyü
ona koduğumun yarısını kendime korum.
Yo, yo! Git benden. Çicek henüz benimdi,
bahar esintisi dek yumuşak kamçıyan çardaklardan.
atışlar yeşil gelir, hay dallarda nisan,
kışın beresi gibi elçabuğu ile o sağlam,
sel ağaçların bir lezzetin tıpkılığı:
havlamaları dek ak, ap ak saatler bu hanımın.

ezra pound
çevirten: Denge Esentürk

23 Ağustos 2009 Pazar

Sen hâlâ yoksun...

Sözlerime Can Yücel'e yakıştırılan bir sözle başlayacağım..
Beşiktaş sensin, rulo da sana girsin.

Gözden düşmüş bir şairin oraya buraya saldırıyor olması gayet normal bir refleks. Önünde sonunda bitecek gidecek. Olayın gerçek boyutlarını herkese anlatamayacağımız için çirkefliklere karşı ses çıkarmıyoruz.
Sayın Şiir Bakanı, kendi hükümetinin yıllardır oynadığı mağdur rolünü de unutuyor galiba.
Susma hakkımızı kullanıyoruz Sayın Savcı ve dahi Bakan Bey.

Gerisiyse size kalmış bir seçim.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Var mısın? Yoksun.


Bu yazıyı, Sayın H.Arslanbenzer (muhtemelen "küfürlü" olduklarını iddia ederek, zira yapmadığı şey değil;) yazısına yaptığımız yorumları sildiği için yazıyorum.



Siz cin oldunuz da n'oldu? Bugüne kadar adam mı çarpabildiniz? Hayır hazret Koltuğunuzun rahatlığıyla, erkinizin keyfini sürerken rahatsız oldunuz. Biz üne soyunmadık. Sözünü ettiğiniz o yanılsama ancak sizin gibi şiir tüccarlarının gözünü boyar.

Meydanları boş buldunuz da şiir'den sonra din tacirliğine de soyundunuz da bizi unuttunuz mu aman? Sayın Sayın, bakın... Yedirir yedi.

Bir yığın kitabı yığmış önüne
Sinek konsa korkar tatlı canına
Hipi yosmasını almış yanına
Pehlivanlık taslar gör hele hele...

Yiğittir ölüsü dağlarda kalan
Maraş'ta kalan, Sivas'ta kalan, Anadolu'da kalan
Yiğittir yiğidin öcünü alan
Soytarıdan yiğit olur mu ulan
Ordu yıkacakmış ker hele hele...

Bu herifin önü sonu ayandır
Anlayana benim sözüm beyandır
Senden korkan hayvan oğlu hayvandır
Gel de Mahzuni'yi vur hele hele...

Aşık Mahzuni


Ayrıca Küçük Hakan** bence Nobre'den daha kazmadır. Dünyanın en kazma Türk futbolcusudur... Hazır futbolculardan söz ediyoruz madem...

Üç gün düşüne düşüne cevab verememek (+) pek de hayırlı bir durum değil. Hele "salon"da çıkan kargaşaya kendisi gideceğine uşaklarını yollar mı insan? Uşak gider, evse senin. kendin koşacaksın bre...

Onu bunu bırakınız, şiir'den konuşunuz. Bizlere de hakaret etmeyiniz, bizi hedef göstermeyiniz.

Parodi mi istiyorsunuz? Alın size parodi. Marx'tan alıntı yapmadan duramayan, kıçımın sosyalistleri; ve dahi Allah'ın kelamını hatırlatacağım kıçımın dindarları... "Adımı boş yere ağzına almayacaksın." Bunu ben demiyorum tabii ki. Dekalog böyle.
"Nalet olsun biçimdeki şiir sevgisine"
Tristan Tzara, Dada Manifestoları Pusu, 2. sezon, 5. bölüm.
Ayrıca gösteri mi istiyorsunuz? Ahan da size gösteri... Hem Fransızca da biliyormuşsunuz hazır...

*Evet devletlum. Zekiyiz. Üç gün düşünüp, zaman kazanmak adına ortalığı bulandırmak için uşaklarımızı önden göndermiyoruz. Ama yeterince zeki değiliz ki hala şiirlerinize saygı duyup duyup umut ediyoruz. Evet, biçimciler de umut eder...
**Bağ'da ufak bir sorun varmış. Bir türlü düzeltemedim. İdare ediverin artık. Yoksa, gayetlen Hakan Ünsal'dan söz ediyorum burda.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Evire çevire dövülecek adamlar


Evrim Kuramı'nın Tanrı algısıyla doğrudan bir bağı olmadığını gözönünde bulundurursak, Evrimci-Yaradılışçı tartışmalarını daha rahat, nesnel bir gözle izleyebiliyoruz.

Kendi davasını hararetle savunan kişiler eğer karşılarındakilere yeterli hoşgörüyü gösteremezse iş mahkemede son buluyor. Tıpkı "Kim-olduğunu-bilirsin-sen" gibi birileri bunlar... Çeşitli isim ve rumuzlarla "evrim aldatmacası"na karşı büyük savaşlar veriyor. (Bu ismi ben telaffuz edemiyorum çünkü ortalıkta serseri mayın gibi dolaşıp, oraya buraya seri davalar açan birisi.)

Geçenlerde, zaman zaman girdiğim Richard Dawkins Vakfı'nın internet sitesinde, gurula dalgalanan bayrağımızı görünce şaşırdım. Buna daha önce dikkat etmemiştim.

Meğer "Harun Yahya" rumuzlu Adnan Oktar, bir dava açarak kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle site hakkında mahkeme aracılığıyla kapatma kararı aldırmış.

Adına internet dediğimiz yarı-anarşi ortamına, özellikle Türkiye, Çin, Rusya gibi paranoyak ve baskıcı devlet geleneğine sahip ülkelerde erişme koşulları zor. Bir de zırt "Atatürk'e hakaret"ten, zırt "Toplumun manevi varlığını taciz"den (Allah'la ilgili konular oluyor bu ikincisi) davalar açılıyor kararlar alınıyor.

İşin asıl ilginç yanı bu kararlar "yüce türk halkı" adına alınırken, sözügeçen halkın bu kararlara (çoğunluğunun) uymaması hukuk anlayışının toplumumuzdaki yerini de tartışılır hale getiriyor.
Halbuki toplum, seçme şansı kendisine verildiğinde, "kimin daha şarlatan olduğu"nu belirlemeye çalışmaktan, yargıyla elde edeceği güvenlik ve yurduna bağlılığının vereceği duyumlardan daha büyük bir haz almaktadır.

Halk kendine dayatılandan çoğu kez sıkılmaktadır. Tanrı'nın karşısında gündelik hayatını O'nu aldatarak yaşamayı seçer. Evrim'den yahut gündelik hayatın dinden ayrışıklığından söz ettiğinizde inançları kabarır. Gösterişli nutuklar atarlar, herkesin önünde sizi bastırırlar. Toplumun geri kalanı da tüm ikiyüzlülüklerini koruyarak o anda göreve çağırırlar, misyonlarını yerine getirirler. Herşey yatışınca da gündelik inançsız yaşamlarına geri dönerler.

(Bir artı değer birimi olarak) Para sahipleri göğüslerini gere gere iyilik yapmaktan çekinmezler. İkiyüzlü toplum da bunu bir marifet sayarak bu kişilere taparlar. Sonuçta Sabancı denen tüccarlar da fakir babası olup çıkarlar. Bu noktada hiçkimse bir elinin verdiğini öbür elinin görüp görmemesini umursamaz. Allah'ın yerini de günümüz kapitalist-kent toplumunda para aldıysa, "Kapitalizm adama önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş" demek kalıyor geriye.

Ortaya çıkan din tüccarlarının hiçbiri gerçek inanca sahip değildir. Din'i sadece bir değişim aracı olarak gören insan ile şiiri sadece değişim aracı olarak gören şair arasında belirgin bir fark göremeyiz. Eğer şair yazdıklarında(/yaptıklarında) içten* değilse yaptığı iş'in okuyucu/tüketici gözünde (sanatsal) artı değeri bulunmadığını bilmelidir. Başkalarını biçimci-halk düşmanı diye aşağılayan adamla komünist-islam düşmanı-vb. aşağılayan adam arasında fark yoktur.

Ayet parodisini eleştiren bir müslümanın, örneğin, "sizden yüz çeviririz" gibi bir ifadeyi kullanması da ironiktir. Yani Kur'an'ı dilinize dolamayın diyen adamların, Kur'an'ı dillerine dolayarak yanıt vermeleri herşeyden önce samimiyetsizdir, popülisttir. Ve bu popülizm tek anlamlıdır, kıvırılamaz. İşine geldiği gibi algılanamaz.

Eğer kelimelerin anlam vermede yetersizliğine de sığınacak olunursa, o halde anlam'a karşı mücadelede biçim'den yana saf tutmak gerekir. O halde de biçimin öcü-hayalet olmadığını, halktan kopuk olmadığını anlar, Kelime'yle derdi olanlara Buñuel filmlerini çağrıştıran komik tepkiler vermezsiniz.

Halkla neyi bağdaştırdığınız da meçhulse bugüne dek, o zaman ortada ciddi bir sorun dahi yok demektir. Kim bugüne dek halkçı olanı içselleştirmiş? Devleti kuran, dönüştüren Cumhuriyet Halk Partisi, en parlak dönemlerinde dahi çoğunluk tarafından statüko kabul edilmiş (farketmeden) ve buna karşı hep "karşı taraf"ı desteklenmiştir. Çünkü halk gözünde halkçılar; halk satan kişilerdir.

Artık daha fazla sosyal tespit yapamayacağım. Benim işim değil. Benim işim davranış değil, bilinç altı olacaktır.
Haydi amorf şiire. Kendi algılarımıza.
Gerçi elbette tarih sizleri aklayacaktır. Çünkü politika tarihi yöneltir. Bizlerse kendi yollarımızda yalnız yürümeye devam edeceğiz.

*burada sözü edilen içtenlik, samimiyet ifadeleri nesnel anlamda, yan anlamlardan bağımsız ve otomatik anlamda kullanılmıştır.

Mert Nobre'nin yeşil sahalara dönüşü

Mertsiyo Nobre hangi tribünlere koştu?
39 paraflık dev eser için tıklayın...

Şiirin alternatif google çevirisi için tıklayın.

Bir de efendim. Eğer alternatif şiir çevirilerinin şiirselliği üzerine araştırmalar üzerine, Ş şiir dergi'nin yeni serisinin ilk sayısına bakmanız tavsiye olunur. Pek yakında çıkacak...

16 Ağustos 2009 Pazar

Kimin ırkı, nasıl ırk?


Sizce gerçekten de beyaz ırktan amerikalı yurttaş, bir yerlinin karşısında böyle susar mı?

Aynı tribünde bir taraftar gurubu futbolcu Eto'o'ya maymun taklidi yaparken kendi takımlarında çok sevdikleri zenci futbolcuları neden akıl etmez.

Bunu empatiyle mi yoksa işine gelmeyle mi açıklayabiliriz.
Yoksa açıklayamaz mıyız?

Psikoloji başta olmak üzere sosyal bilimler bizim davranışlarımızı çözmek için değil, belgilemek için var. Tasnif etmek için.

Pozitif bilimlerin olduğu yerde ırkçılık, stalinizm, kemalizm, faşizm köktendincilik gibi aidiyetin acziyetinden beslenen meclisler oluşmaya devam edecektir. Bu meclislerin ve kazandıkları/kazanmaya çalıştıkları iktidarların en büyük düşmanı ise sanat ve genelinde şiirdir.

Bilim, Sanat ve Siyaset aynı aileden çıkan fertlerse, eğitimde çarpıklıkla karşılaşırız. Son tahlilde bu üç ayrı dal aynı kökenlerden gelir, aynı dinamiklerle hareket eder. Ayrışımsa algıların yönlendirilmesindedir. Dolayısıyla Bilim ırkçılığı yaratırken, Siyaset bundan rant sağlar, öyleyse sanat da bunu yoketmelidir.

Sanatçı duyarlılığı diye adlandırılarak yakıştırılan saçmalığın özü budur. Halk nasıl olduğunu bilmese de toplumsal hafızasının yanılacağını anlar ve toplumsal bilinçaltını oluşturmaya çabalar. Bu sanatın (şiirin) da ötekileştirmediği demek değildir. Ancak sanatın ötekiliği her zaman muhalefette kalacak bir farkındalığdır.

Böyleyse şiirin yenmesinde, içilmesinde sakınca yokken; alınıp satılmasında sakınca vardır.

Şiiri pay olmaktan çıkarıp payda haline getirmeye...


"sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi

o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin

hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin


-yoksa seni rahatsız mı ettim?"
-Ah Muhsin Ünlü-